19 Nisan 2010 Pazartesi
Fena fi'l-maksat olmak.. Bütün dertleri unutmak.. Mümkün mü...?
«İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.» (İşarat-ül İ’caz sh: 75)
«Maksadın büyümesiyle himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiyenin galeyanı ile ahlâk da tekemmül ve teâlî eder.» (Divan-ı Harbî Örfî sh: 52)
«İnsanın kıymet ve mahiyeti, himmeti nispetindedir. Himmetin derecesi ise, maksat ve iştigal ettiği şeyin nispetindedir. Hem de insan teveccüh ve kastettiği şeyde, güya fena fi’l-maksat oluyor.» (Muhakemat sh: 127)
«Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’ân’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telâkkileridir.» (Barla Lâhikası sh: 21)
«Hakaik-i imaniye, herşeyden evvel bu zamanda en birinci maksat olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medâr-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım.» (K. Lâhikası sh: 117)
«Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip, veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin. Ve Risale-i Nur’un erkânları gibi, herşeyini, enaniyetini bıraksın.» (Kastamonu Lâhikası sh: 233)
«Küçük Ali, Risale-i Nur hizmetini dünyada herşeye tercihan hayatının en büyük maksadı yapması ve sebeb-i ihtilâfa karşı kuvvetli mukavemeti bulunduğunu bu dört mektubunuz bana bildirdi.
Aynı sistemde, meselede alâkadar kahraman Tâhirî ve kahraman Rüştü’nün dahi aynı hakikatte ve aynı ahlâkta bulunduklarını hiç şüphe etmiyoruz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 242)
«Bu zamanda Risale-i Nur’da, nokta-i istinad olarak avam-ı mü’minînin en ziyade muhtaç oldukları ve Nurda buldukları öyle bir hakikattir ki hiçbir şeye âlet olmayacak ve hiçbir garaz ve maksat, içine girmeyecek ve hiçbir şüphe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar bulunacak, dünya maksatları ona karışmayacak, tâ ki, uzakta olan ehl-i iman, o hakikate ve sâdık nâşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındıkların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli filozofların itirazlarından ve inkârlarından kurtarsınlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 214)
18 Nisan 2010 Pazar
Şirk-i Hafi...
Lem'alar ( 165 )
İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaîsine terettüb eden hasenatı intac eden semeratı, bir şahsa isnad ve ona malederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır. Çünki bir cemaatin cüz'-i ihtiyarîsiyle kesbettikleri mahsulâtı bir şahsa atfetmek, o şahsın icad derecesinde hârikulâde bir kudrete mâlik olduğuna delalet eder. Hattâ eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilaheleri, böyle zalimane tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür.
Mesnevi-i Nuriye ( 87 )
Enaniyetten neş'et eden şirk-i hafî katılaştığı zaman, esbab şirkine inkılab eder. Bu da devam ederse, küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, ta'tile yani hâlıksızlığa incirar eder. El'iyazü billah!..
Mesnevi-i Nuriye ( 185 )
Yâ Rab! Garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvanem, alîlem, âcizem, ihtiyarem....
....Vakit gece yarısını çoktan geçmiş.. Artık karar aldım geceleri bakım yapacağım... Zihnimin en ziyade hasara uğradığı beynimde ki fillerin asıl tepişme saatinde.. Aslında en güzel vakit.. çay ı demledim minşavi dinliyorum.. Bir yandan da göz yaşları içersinde şu parçayı okuyorum:
Şu iki-üç aydır pek yalnız kaldım. Bazan onbeş-yirmi günde bir defa misafir yanımda bulunur. Sair vakitlerde yalnızım. Hem yirmi güne yakındır, dağcılar yakınımda yok, dağıldılar...
İşte gece vakti, şu garibane dağlarda; sessiz, sadâsız, yalnız ağaçların hazînane hemhemeleri içinde kendimi birbiri içinde beş muhtelif renkli gurbetlerde gördüm:
Birincisi: İhtiyarlık sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ahbabım ve akaribimden yalnız ve garib kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş'et eden hazîn bir gurbeti hissettim. İşte şu gurbet içinde ayrı diğer bir daire-i gurbet açıldı. O da geçen bahar gibi alâkadar olduğum ekser mevcudat beni bırakıp gittiklerinden hasıl olan firkatli bir gurbeti hissettim. Ve şu gurbet içinde bir daire-i gurbet daha açıldı ki, vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp, yalnız kaldığımdan tevellüd eden firkatli bir gurbeti hissettim. Ve şu gurbet içinde, gecenin ve dağların garibane vaziyeti bana rikkatli bir gurbeti daha hissettirdi. Ve şu gurbetten dahi, şu fâni misafirhaneden ebed-ül âbâd tarafına harekete âmâde olan ruhumu fevkalâde bir gurbette gördüm. Birden Fesübhanallah dedim; bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm. Kalbim feryad ile dedi:
Yâ Rab! Garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvanem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,
Bî-ihtiyarem, el'aman gûyem, afv cûyem, meded hâhem zidergâhet İlahî!
Mektubat ( 25 )
ama üstadımın imanın feyzi ile bulduğu tesellileri bulmak istemiyorum nedense.. ağlamak ağlamak ağlamak istiyorum sadece...
17 Nisan 2010 Cumartesi
Karınca nın himmeti.. Ya ben neredeyim...?
Nemrud Ibrahim peygamber'in ateste yakilmasi emrini verdikten sonra
tutusturmuslar sonra. Alevler o kadar yükselmis ki bulutlarin
tutusacagini sanmis çocuklar. Korkmus kaçmis bütün
hayvanlar. Ibrahim peygamber'i mancinikla atesin tam orta yerine
atacaklarmis askerler. Atacaklarmis ki Nemrud'un bir
kral oldugunu anlasin, görsün; bir daha ona karsi gelmesin
Ibrahim peygamber.
Bu sirada bir karinca agzinda bir damla su ile kosa
kosa gidiyormus. Hem de boyu göklere varan cehennemi atese dogru.
Baska bir karinca onun bu telasini görüp sormus hemen yanina
yanasip: "Bu acelen niye? Nereye böyle?"
Agzinda bir damla su tasiyan karinca o bir damlayi ellerinin
arasina alip, "Duymadin mi" demis. "Nemrud, Ibrahim peygamber'i
ateste yakacakmis. Iste atesin oldugu yere su götürüyorum
Bu sözleri duyan karinca kendini tutamayarak uluorta kahkahalarla
gülmeye baslamis. "Sen su atese dönüp hiç bakmadinmi?" diye sormus. "Ne kadar büyük. Senin bir damla suyun ona ne
yapabilir ki?"
Su tasiyan karinca, "olsun" demis.hiç OLMAZSA HANGI TARAFTAN OLDUGUM ANLASILIR."
İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.
İşarat-ül İ'caz ( 75 )
'Anne-baban, bir Risale-i Nur talebesine anne-baba olmuşlardır, benden onlara selam söyle
"Üstadın selamını anne- babama söyleyinceye kadar babamın bir çok hataları vardı. Ondan sonra babam o hataları tamamen bıraktı.
yusuf dehri (son şahitler)
İki ermişin latifesi
Toplanan genç cemaatte Albay İbrahim Hulusi Yahyagil ve Zübeyir Gündüzalp ve Mustafa Sungur da bulunmaktadır. Merhum Hulusi Bey yapılan dersi hatıralarla izah ederken, Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimiz de, kapının yanında, her zamanki haliyle, diz üstü oturmuş, derin bir sessizlik ve huşu içinde Nur albayının derslerini dinliyordu. Ders esnasında Hulusi Bey, kendilerine dönerek:
"Hazret! Vaziyetin ve haletin ermişlere benziyor.." diye latif bir şaka yapınca, anında Zübeyir Gündüzalp, Albay Hulusî Beye şu latifeyle cevap veriyordu:
"Efendim, ermiş konuşuyor..."
Gerçek büyüklerin şaka ve latifeleri bile büyük ve latif olmaktadır. Çünkü ermişlerin bahçesi Kur'ân kokusu ve Medine sürmesiyle sürmelenmiştir.
Nur'lardan İstifadeye Dair üç nokta...
Mektubat ( 70 )
Mektubat ( 26 )
O hakaik-i Kur'aniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor
Lem'alar ( 44 )